SERÜVEN

 Yaşım daha küçüktü. Aslında normal insanlar için çocuk sayılabilecek yaşlar benim için mücadele zamanı demekti. Sekizinci sınıfı bitirip, yaz tatilini değerlendirip para kazanmak için Bodrum'a halamın oğlunun yanına çalışmak üzere yola çıktım. Öğlenin sıcağı yeryüzünü kavururken ayak basmıştım mutlak bir edayla. İş yerini bulduğumda sıcak hafiflemiş, aralıklarla rüzgar esmeye başlamıştı.

 İş zordu. İlk defa bilmediğim bir şehirde kalmanın stresiyle ne yapacağımı şaşırmıştım. İş yerinin koğuşunda kalacaktım. Yani kendi kuzenim bile bana acıyıp, evine dahi almamıştı. Normal işçiler gibi koğuşta yatmak beni hüzünlendirmişti.

 Yastığa kafamı koyup tavana baktığımda gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Ama ben bunu kimseye belli etmemek için uğraşıyordum. İlk gün olduğundan mıdır bilmem, bir kaç saat yatakta dönüp durduktan sonra anca uykuya dalabilmiştim. Sıcakta uyumak bir hayli zordu.

 Sabah olunca küçük bir kahvaltıdan sonra işe başlamıştık. Kuzenim patron olmanın verdiği avantajla iki saat sonra atölyeye gelmişti. Bana bakıp '' aferin..aferin..'' diyordu. Bu biraz sinir bozucuydu ama dayanıyordum işte. 

 Saatler geçip akşam olduğunda her tarafım kir içindeydi ve öylesine yorulmuştum ki kolumu kıpırdatacak halim bile kalmamıştı. Akrilik tezgah işi cidden zahmetliydi. Son enerjimi de kullanıp duş aldığımda sanki üstümden bir yük kalkmıştı. Öğle vakti sırtımdaki kir dolu kıyafetlerime yapışan kirler bir anda alnımın akını temsil etmişti. Hem mutlu hem de huzurluydum.


Günler geçtikçe iyice uyum sağlamaya başlamıştım ortama. Artık tüm araç gereçlerin nerede olduğunu biliyor ve böylelikle ustalarımın takdirini kazanıyordum.

 Yine böyle geçen günlerin ardından akşam olmaya başlamıştı. İşi bitirmeye hazırlanırken işte giydiğim şortum tele takılıp yırtılıvermişti. Ne yapacağımı şaşırmıştım. İş için giyebileceğim başka şort yoktu. Bende her akşam işçilere dağıtılan 7,5 lira yemek parası ile cebimdeki bir kaç meteliği birleştirip, merkezdeki terziye gitmeye karar verdim. Evet aç kalacaktım gece boyu, ama başka da şansım yoktu. Olması gereken buydu. Nasıl olsa bir gece aç kalsam ölmezdim. Gidip geldiğimde koğuşta kimse yoktu. Bende derin bir oh çekip, katlandığım bu zorlukların elbet bana bir şey kazandıracağını kendime inandırmaya başlamıştım. Yoldan geçen arabaları seyrederken bir yandan da radyoda çalan şarkılara kulak veriyordum. Aradan saatler geçip uykum gelmeye başladığında ayazda uyuklamamak için koğuşa geçip derin bir uykuya selam çekmiştim.

 Yazın son aylarına gelmiştim artık. Sıradan bir öğleyi toz ve kirin içinde geçirirken birden telefonum çalmıştı. Arayan babamdı. Lise tercihlerimin açıklandığını ve İzmir'de sağlık meslek lisesini kazandığımı söylemişti. İşte o anda zaman durmuştu. Makineler çalışmıyor, kuşlar uçmuyordu sanki. Başarmıştım. Söke'de olmasa bile başka bir yerde liseyi kazanmıştım. Artık benden mutlusu yoktu. Tüm günü ağzım kulaklarımda geçirmiştim. Benim bu halimi gören ustalar da mutlu oluyordu. Onların beni bu halde görerek gülümsemeleri fazlasıyla mutluluk vericiydi. Sanki her şey bir rüyaydı.

Emeklerim sonuç verdiğinde, bu hayatta bir şeyi önemseyip ufak da olsa çabalayınca elimden gelmeyecek bir işin olmadığını farketmiştim. Ve yaşım on beşti.

 Son günlerimi de çalışarak geçirip, kuzenim ve  ustalarımla vedalaşarak akşam lodosuna yakalanmadan otobüsle evime doğru yola çıkmıştım. Kim bilir belki de hikaye tam da burada başlıyordu...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Direnç ve Mecburiyetler: İçsel Mücadelenin Gölgesinde

Dokuma Vicdan - ŞİİR

BİLİNMEYEN CENNET: TURNALI